Genel Dermataloji
Genel dermatoloji, cilt, saç ve tırnak sağlığı ile ilgili hastalıkların teşhis ve tedavisiyle ilgilenir. Akne, egzama, mantar enfeksiyonları ve cilt kanseri gibi yaygın sorunlar dermatoloji kapsamında ele alınır. Dermatologlar, cilt sağlığını koruyarak estetik ve tıbbi çözümler sunar.
Genel dermatoloji, cilt, saç ve tırnak sağlığı ile ilgili hastalıkların teşhis ve tedavisiyle ilgilenir. Akne, egzama, mantar enfeksiyonları ve cilt kanseri gibi yaygın sorunlar dermatoloji kapsamında ele alınır. Dermatologlar, cilt sağlığını koruyarak estetik ve tıbbi çözümler sunar.
-
Akne (Sivilce) Nedir?
Akne; yüz, omuzlar, sırt ve göğüste ağrılı, kızarık sert kabarıklıklarla seyreden ergenlik döneminin en sık görülen kronik deri hastalığıdır. Akne ve sivilce aynı antitelerdir. Akne Nasıl Oluşur? Derideki yağ bezlerinde hormonların etkisiyle artan yağ üretimi ve kanalların tıkanması sonucunda Propionibacterium acnes (P. acnes) isimli bakterinin aşırı çoğalması ve bu bölgede oluşan inflamasyon sonucu gelişir. Kişinin psikososyal gelişiminin önemli olduğu ergenlik dönemini hem fiziksel hem ruhsal olarak etkileyen oldukça önemli ve tedavi gerektiren bir hastalıktır. Ergenlik dönemi sonrasında kendiliğinden iyileşebilse de kalıcı izler bırakabilmekte ve tekrarlayabilmektedir. Yüz bölgesinde kalıcı izler kişi açısından oldukça büyük kozmetik sorun oluşturması nedeniyle erken tanı ve tedavisi önemlidir. Akne Lezyonları Nelerdir? Komedonlar: En sık görülen akne lezyonlarıdır. Beyaz ve siyah noktalar şeklinde görülür, skar bırakma olasılığı nerdeyse yoktur. İnflamatuar Lezyonlar: Enfekte lezyonlardır, ağrılıdır ve skar bırakma riski var. Birkaç şekilde kendini gösterir; Papüller, iltihaplı kırmızı, kabarık şişliklerdir. Püstüller, uçlarında irin olan küçük kırmızı sivilcelerdir. Nodüller, cildinizin yüzeyinin altında katı, genellikle ağrılı topaklardır. Kistler, cildinizin altında irin içeren ve genellikle ağrılı olan büyük topaklardır. Akne (Sivilce) Nedenleri Cilt gözenekleri tıkandığında, gözenek içinde bulunan bakteriler için uygun bir üreme ortamı oluşturur; bu bakteriyel çoğalma zamanla inflamasyona neden olur. Akne oluşumunun birkaç nedeni olabilir: Hormonlar: Ergenlikle beraber hem kızlarda hem erkeklerde androjen hormon üretimi artar. Androjen hormonların aknenin ortaya çıkmasındaki rolü yağ bezlerinin büyümesine ve aşırı yağ üretmesine sebep olmalarıdır. Kadınlarda androjen hormon düzeylerinin normal değerlerin üzerinde olduğu polikistik over sendromu gibi durumlarda da akne görülebilir. Genetik faktörler: Şiddetli akne hastalarının aile öykülerine bakıldığında anne ve babalarında da şiddetli akne geçirdikleri bilgisi alınabilir. Bazı ilaçlar (Hormon içeren bazı ilaçlar ve kortikosteroid içeren ilaçlar) Kozmetikler: Yağ bazlı kozmetik ürünler gözenekleri tıkayıp sivilce oluşumuna yol açabilir. Su bazlı ürünlerin akneye neden olma olasılığı daha düşüktür. Kozmetik ürünleri ve makyaj malzemelerinin ambalajlarında açıklama kısmında “non comedogenic”, “oil free”, “gözenekleri tıkamaz” ibarelerinden birinin yer alması o ürünün akneye yol açma olasılığının daha düşük olduğunu gösterdiğinden özellikle kapatıcı ürünler kullanmayı seven hastaların tercihlerini bu yönde kullanmaları doğru olur. Akne Nasıl Tedavi Edilir? Akne tedavisi standart bir prosedürle yapılamaz. Tamamen hastanın muayene bulguları, genel tıbbi hikayesi göz önüne alınarak, özgün bir tedavi programı belirlenir. Akneli kişilerin birtakım kozmetik kremlerden, losyonlardan ve güzellik salonlarından çare arayışları ise hastalığın kötüleşmesine ve iz kalmasına neden olabilir. Bu nedenle akne tedavisi sadece dermatologlar tarafından yapılmalıdır. Kronik bir hastalık olması sebebiyle uzun süreli tedavi gerektirmektedir. Tedavide medikal tedavinin yanı sıra nemlendirici ve temizleyiciler kullanılmaktadır. Topikal (krem) tedaviler retinoidler, benzoil peroksit, antibiyotikler ve azelaik asiti içermektedir. Sistemik tedavide antibiyotikler, sistemik retinoidler ve hormonal tedavi kullanılabilmektedir. Tedavi kişiye özgün olup her akne hastası özel olarak değerlendirilir, duruma en uygun tedavi verilir. Akneli Cilt Temizliği Nasıl Yapılmalıdır? Cildimizin günlük bakımında günde 2 kez olmak üzere temizleyici madde ile ılık su ile yıkanmalıdır. Özellikle yağ bazlı temizleyiciler tercih edilmemelidirler. Akneli ciltler özellikle pH 5.5 olan ürünleri tercih etmelidirler. Çok sık yıkama sivilce eğilimini artırır. Doktorunuza danışarak size en uygun temizleyici seçmenizi sağlayacaktır. Akneli cilde sahip olanlar fondöten ve pudra kullanılanabilir ancak uygun olanlarını tercihi etmek zorundalar. Özellikle fondötenin yağsız ve su bazlı olmasına dikkat edilmeli ürünlerin üzerinde nonkomedojenik (komedon oluşturmayan) ve non-aknejenik belirtilmiş olmasına dikkat edilmelidir. Akneli ciltli erkekler tıraş bıçağı veya elektrikli tıraş makineleri kullanabilirler. Erkekler tıraş köpüğü seçiminde dikkatli olmalıdırlar. Sivilceler tıraş esnasında tahriş edilmeden koparılmadan tıraş olunmalıdırlar. Akneli Ciltler Daha Sık Temizlenmeli mi? Akne, hijyen eksikliğinden kaynaklanmadığı için aşırı yıkamanın akne tedavisinde bir yeri yoktur. Aksine derinin kuruması yağ bezlerinden yağ salgısının daha da artmasına neden olacağı için kurutucu ve soyucu yıkama ürünlerinden kaçınmak daha doğru olur. Nazik, kurutmayan bir yıkama ürünü ile akşam eve gelindiğinde yüzü günün kirinden arındırmak yeterlidir. -
Behçet Hastalığı Nedir?
Tüm vücut damarlarının inflamasyonu (vaskülit) ile seyreden, nedeni tam olarak bilinmeyen ancak genetik yatkınlık gösteren bir hastalıktır. Türk dermatolog ve bilim adamı Hulusi Behçet tarafından tanımlanması ve dünya literatürüne girmesi nedeniyle onun adıyla anılmaktadır. Hastalık ‘İpek yolu’ olarak adlandırdığımız tarihi ticari yollar üzerine yerleşen ülkelerde daha sık görülür. En sık görüldüğü ülkeler ise Türkiye, Japonya ve İsrail’dir. Daha çok 30-40 yaş arası her iki cinste görülebilmektedir. Ancak erkekleri beş kat daha fazla etkilemekle ve daha şiddetli seyir göstermektedir. Behçet Hastalığı’nın Belirtileri Nelerdir? Hastalık tuttuğu damarın yerleştiği organa göre farklı bulgular göstermektedir. Deri: 1-Oral Aft: Yılda 3 veya daha fazla kez tekrarlayan ağız içinde ağrılı beyaz renkli yuvarlak yaralardır. Genellikle hastalığın ilk bulgusudur ve nerdeyse tüm hastalarda görülmektedir. 2-Genital Ülser: Genital bölgede erkeklerde skrotum ve peniste kadınlarda ise vulva ve vajende çoğunlukla ağrılı ve iyileşirken iz(skar) bırakan yaralardır. 3-Extragenital Ülser: Behçet hastalığının daha nadir rastlanan bulgularından biri olup; ülsere lezyonlara genital bölge dışında rastlanmasıdır. 4-Eritema Nodozum: Deride fındık veya ceviz büyüklüğünde ödemli,ağrılı, sert kızarıklıkların gözlenmesidir. En çok bacak ön yüzü, kol ve karında yerleşmektedir. Başka birçok romatizmal, enfeksiyöz hastalıklarda da görülebilmekle beraber özellikle bayanlarda herhangi bir neden olmaksızın da (idiopatik) görülebilmektedir. 5- Papülopüstüler lezyonlar: Vücutta kıl dibi iltihabı veya sivilce benzeri lezyonlar. Kol ve bacakta başta olmak üzere tüm vücuda yerleşebilir. 6-Yüzeyel Tromboflebit: Daha çok bacaklarda görülen damar hattı boyunca yerleşen kızarıklıklardır. Göz: 1- Üveit: Gözün orta tabakası olan uveanın iltihaplanmasına verilen isimdir. Behçet hastalığında daha erken yaşlarda başlayabilen bulgularından biridir. Ağrılı kızarıklık ve ışığa karşı hassasiyet ataklarıyla kendisini gösteren üveit; ihmal edildiği takdirde körlüğe kadar gidebilir. 2- Retinal Vaskülit: Uçuşma, görme alanı kusurları ve ağrısız görme azalması ile ortaya çıkan tablodur. 3-Optik Sinir Atrofisi: Gözü besleyen damarlarda tekrarlayan vaskülit ataklarına bağlı gelişen ciddi bir tablodur ancak daha nadir görülmektedir. Eklem: Eklem tutulumunda, artrit tablosuna neden olmaktadır. Özellikle diz, ayak bileği, dirsek, el bileği gibi büyük eklemlerde ağrı ve hareket kısıtlılığı olabilir. Sinir sistemi: Tüm hastalarının yüzde 5-10’unda beyin, omurilik ve sinirler de tutulabilmektedir. Tutulduğu bölgeye göre; bulantı-kusma, baş ağrısı, ense sertliği, felç, inme, duyu kaybı ve çift görme gibi bulgular verebilir. Behçet hastalığının nörolojik tutulumuna bağlı oluşan tabloya ise (Nöro-Behçet) denilmektedir ve tehlikeli tutulum şeklidir. Akciğer: Akciğer damarlarında balon gibi genişleme (anevrizma) yapabilmektedir ve bunun yırtılması ile akciğer içine yoğun kanama oluşabilir. Behçet hastalığının ciddi tutulum şeklidir. Gastrointestinal Sistem: Behçet hastalarının yüzde 0-5 oranında sindirim sistemi tutulumu görülebilmektedir. Ağızdan anüse kadar; yemek borusu, mide ve bağırsaklarda ülserler oluşabilir. Tekrarlayan karın ağrıları ve gaitada kan gibi semptomlar görülebilmektedir. Damar: Her çaptaki damarı tutar. Büyük damarlarda baloncuğa (anevrizma) veya toplar damarlarda tıkayıcı pıhtılara (trombüslere) neden olur. Behçet Hastalığı’nın Nedeni Nedir? Behçet hastalığı bağışıklık sisteminde yer alan hücreler dokularda abartılı bağışıklık yanıtı oluşturarak (otoimmun-otoinflamatuar) doku hasarına sebep olurlar hastalıktır. Otoimmün hastalıklar belirli bir genetik alt yapıya sahip kişilerde çevresel risk faktörlerinin etkisi ile ortaya çıkan hastalıklardır. Bilinen en önemli genetik risk faktörü HLA-B*51 alt tipinde HLA-I taşımaktır. HLA-B*51 taşıyıcısı olmak diğer risk faktörlerinden bağımsız olarak Behçet hastalığı riskini 6 kat arttırmaktadır. Ancak otoimmün hastalıklar genellikle tek bir sebeple ortaya çıkmaz, genetik yatkınlığın yanı sıra çevresel maruziyetler, viral ya da bakteriyel enfeksiyonlar, stres gibi faktörlerin de hastalığın başlangıcında tetikleyici olabildiği düşünülmektedir. Behçet Hastalığı’nın Tanısı Nasıl Konulur? Hastalığın henüz tanı koyduran bir laboratuvar belirteci bulunmamaktadır. Tanı koymada en önemli unsur hasta sorgulaması ve detaylı bir fizik muayenedir. Deri bulguları genellikle hastalığın ilk bulgusu olduğundan tanıda önemlidir. Bununla birlikte göz tutulumunun varlığı ve (Paterji testi) gibi tanıya yardımcı testler istenebilir. Behçet Hastalığı’nın Tedavisi Nedir? Behçet Hastalığı takip ve tedavisinde romatoloji, dermatoloji, göz hastalıkları uzmanları ve gerektiğinde diğer organ tutulumlarına bağlı ilgili branşlarla multidisipliner olarak yapılmalıdır. Tedavisi kişiden kişiye ve hastalığın şiddetine ve tuttuğu organlara göre değişmektedir. Otoimmun hastalık olması nedeniyle tedavisinde bağışıklık sistemini baskılayan (immunsüpresif) tedaviler kullanılmaktadır. Hafif vakalarda kolşisin, sistemik steroidler, steroid olmayan anti-inflamatuar ilaçlar yeterli olabilecekken, daha ciddi tutulumlarda, siklofosfamid, azatioprin, siklosporin, anti-TNF grubu ilaçlarda tedavide kullanılabilir. -
Medikal Karbondioksit ile Göz Altı Morluk Tedavisi
Karbondioksit gazı tedavisi tıpta yıllardır dolaşımın sorunlu olduğu bölgelerde yara iyileşmesi, selülit, bacak ülserleri, çatlak ve iz tedavisinde kullanılmaktadır. Ancak eskiden bu uygulama soğutulmuş karbondioksit gazı ile uygulandığından ağırılı bir tedavi yöntemiydi. Yeni teknolojilerle ısıtılmış karbondioksit gazı kullanımı, bu tedavinin göz çevresinde kullanımını mümkün kılmış ve ağrıyı ciddi derecede azaltmıştır. Göz altı morluğu; göz altı yağ doku azalması, göz çevresindeki deride pigmentasyon artışı, genetik veya edinsel nedenlerin tek veya bir arada bulunmasıyla oluşabilmektedir. Isıtılmış karbondioksit gazı uygulaması ile bölgedeki oksijen seviyesi önemli ölçüde artırılmaktadır. Düzenli yapılması halinde o bölgede yeni kılcal damar oluşumu ve kolajen üretimi tetiklenmektedir. Genetik ve edinsel göz altı morluğuna sebep olan bölgedeki kılcal damarlardan yeni kılcal damarlar oluşarak kan birikimi yeni damarlara dağılır, böylece morluk görüntüsünün gözle görülür şekilde azalmasına yardımcı olur. Kolajen üretimini tetiklediği için o bölgedeki cilt kalitesinin artmasına da yol açar. Medikal Karbondioksit tedavisi nasıl uygulanır? Çok küçük uçlu iğneyle belirli basınç altında karbondioksit gazı göz çevresi derinin altına verilir. Alt ve üst göz kapağında oluşan şişlik dakikalar içersinde kaybolacaktır. Bu basınç hissi nedeniyle işlem sırasında minimal bir ağrı hissedilecektir. Ağrı eşik değeri düşük kişilerde işlem öncesi topikal anestezik krem sürülebilir. Medikal Karbondioksit tedavisi kimler için uygundur? Özellikle genetik ve edinsel göz altı morluğu olanlar için ideal tedavi yöntemidir. Medikal Karbondioksit tedavi etkisi ne zaman başlar? Medikal karbondioksit uygulaması haftada 1 seans olarak yapılır, yeni damar oluşumunu sağlayacağı için etkisi en erken 3.-4. seanta başlamaktadır. Bu nedenle minimum 5-7 seans önerilmektedir. Ancak gerekli görüldüğü takdirde uygulama tekrarlanabilmektedir. Medikal Karbondioksit tedavi sonrası nelere dikkat edilmeli? İşlemden sonra göz kapaklarını ovmama dışında dikkat edilecek husus yoktur. Uygulama sonrası günlük hayata devam edilebilir. -
Melanositik Nevusler (Benler)
Derinin melanin üreten hücrelerinden (melanosit) köken alan iyi huylu deri lezyonlarıdır. Vücudun herhangi bir bölgesinde ortaya çıkabilirler ve renkleri kahverenginin tonlarından siyaha kadar değişebilmektedir. Doğumsal ve edinsel (sonradan oluşan) olmak üzere 2 gruba ayrılır. Benler doğumda mevcut olabildikleri gibi genellikle çocukluk yaşında gelişirler. Benlerin sayıları ve boyutları çok değişkendir. Benlerin sayısı genetik olarak ve güneşe maruz kalmanın derecesine bağlı olarak değişir. Nevus gelişiminde rol oynayan önemli faktörler; genetik, yaş, deri tipi, güneş ve ultraviyole ışınları, hormonlar ve immunsupresyon olarak sayılabilir. Melanositik Nevus Ne Zaman ve Nasıl oluşur? Melanositik nevus gelişiminde esas çevresel risk faktörünün güneş ışınlarına maruziyet olduğu son zamanlarda yapılmış olan çalışmalarla desteklenmektedir. Özellikle hayatın ilk iki yılındaki güneş ışınıyla temasın miktarı melanositik nevus gelişiminde önemlidir. Açık cilt tipine sahip olanlarda, çilleri olanlarda, açık saç ve göz rengine sahip olanlarda ve yoğun güneş ışığı maruziyetinde melanositik nevus sayısında artış gösterilmiştir. Nevus gelişiminde genetik özellikler de önemli bir yer tutmaktadır. Melanositik Nevüs Tipleri Nelerdir? a- Edinsel Melanositik Nevus: Edinsel nevuslar çok sık görülmekte olup beyaz ırkta her insanda ortalama olarak 20 adet bulunur. Genellikle hayatın ilk 30 yılında artma eğilimindedirler. Junctional tip (En sık çocuklarda görülür, genellikle 1-6mm boyutundadır) Birleşik tip (Genelde ergenliğe geçiş döneminde görülür, genellikle 5-10mm boyutundadır) Dermal tip (Erişkinlikte görülen açık renkli kabarık benlerdir) b. Konjenital Melanositik Nevus: Genellikle doğumda var olan, nadiren yaşamın ilk 2 yılı içerisinde meydana gelen benlerdir. Kıllı veya kılsız olabilirler. Boyutlarına göre küçük, orta, büyük ve dev konjenital nevüs olarak sınıflandırılar. Küçük ve orta boy konjenital nevüslerde malign melanom riski düşükken, büyük ve dev konjenital nevüslerde ise risk belirgin olarak daha yüksektir(yüzde 4.5-10). c. Diğer tipler Halo Nevus: Daha çok gençlerde görülen, etrafında beyaz renkli halka bulunan benlerdir. Blue Nevüs: Melanin pigmentinin cildin daha derininde görüldüğü mavi-gri renkli benlerdir. Spitz Nevus: Genelde çocuklarda görülür. Pembe-kırmızı (pigmentsiz) veya koyu kahverengi-siyah (pigmentli) benlerdir. Pigmentsiz tip özellikle çocuklarda ve baş-boyun bölgesinde görülmektedir. Balon Hüreli Nevus: Çok nadir görülür, normal nevusten ayrımı güçtür. Psödomelanom: İyi huylu bir nevusun yetersiz çıkarılması sonrası gelişen hem dermatoskopik, hem histopatolojik olarak yüzeyel yayılan kötü huylu cilt kanserini taklit eden derinin renkli lezyonudur. Genellikle nevuslere koter uygulamaları veya traş biyopsilerden sonra görülür. Atipik Melanositik Nevus (Displastik nevus): Bunlar iyi huylu edinsel nevüslerdir. Ama görünüm olarak asimetrik, kenarları girintili çıkıntılı, birden fazla renk içeren ve sıklıklar 5-6mm'den büyük olan nevüslerdri. Bu özelliklerden birine ya da daha fazlasına sahip olabilirler. Dolayısı ile görünümü melanom adı verilen cilt kanseri ile karışabilir. Hangi benler tehlike sinyali verirler? Tehlikeli olabilecek benlerin tespit ve takip edilmesi son derece önemlidir. ABCDE Skorlama metodu şüpheli benlerin tetkikinde yardımcı olur. Aşağıdaki skorlamalardan en az bir tanesi ya da fazlasına uyan benleriniz doktorumuz tarafından incelemeye alınır: A – (Asimetri) Benlerin simetrik olmayan görünüme sahip olması B – (Border) Benin sınırlarının düzgün olmaması C – (Color) Ben renginin tek renk olmaması, farklı renkte lekeler içermesi D – (Diameter) Ben çapının 6 mm'den büyük olması E – (Evolving) Genel görünümündeki hızlı ve ani değişim Uzun süredir var olan ama herhangi bir şekilde değişen bir beniniz var ise ( hızlı büyüme, kanama, renkte veya şekilde değişiklik) veya 40 yaşından sonra yeni çıkıp hızlı büyüyen bir beniniz var ise veya melanom (kötü huylu ben), belirgin şüpheli nevus kriteri varsa, nevus dermoskopik olarak incelenmeli ve gerekirse çıkarılmalıdır. Melanom İçin Risk Faktörleri Genetik yatkınlık Ultraviyole Çocuklukta güneş yanığı öyküsü Açık tenlilerde aralıklı-yoğun ışın maruziyeti Ailede displastik nevüs/melanom öyküsü (yüzde10 risk) Kendisinde Melanom öyküsü (yüzde 3-5 risk) Melanositik nevüs sayısı (>50) ve boyutu (>5mm) Büyük konjenital nevüs (>20cm) (yüzde 5-20 risk) Displastik nevüs sayısı (>5) Yüksek sosyoekonomik düzey Deri tipi I-II İmmunsüpresyon (3 kat artmış risk) Tanı ve Takip Melanositik nevuslara klinik olarak tanı konabilir, fakat en önemli nokta melanom ile ayırıcı tanının yapılabilmesidir. Dermatoskopi ve histopatolojik inceleme melanositik nevuslerin tanı ve takibinin esasını oluşturur. 'El dermatoskopu' ile pigmentli lezyonlar 10 kat büyütülerek değerlendirilebilir. 'Bilgisayarlı dermatoskop' ise lezyonlar 20-100 kat büyütülüp değerlendirilir, raporlandırılarak arşivlenebilir. Ayrıca bilgisayarlı dermatoskop ile 'tüm vücut ben haritalanması' da yapılabilir. Benlerin zaman aralıklarında değişimlerinin saptanması ve incelenmesi bilgisayar ekranında kolayca yapılabilir. Bu yöntem ile nevusun çıkarılmadan iyi huylu, şüpheli veya kötü huylu olduğu gösterilebilir. Şüpheli veya kötü huylu olduğu düşünülen nevusler çıkarılmalıdır. Dijital dermatoskop bende izlenen şüpheli değişiklikleri yapay zeka ile matematiksel olarak hesaplar ve malign melanom (deri kanseri) riskini gösteren bir indeks oluşturur. Bu indeks tanıda ve tedavinin planlanmasında yardımcıdır. Çıplak gözle erken evre cilt kanserinde (malign melanom) tanı şansı yüzde 60 iken dijital dermatoskopik inceleme ile bu yüzde 90 üzerine çıkar. Tedavi Benler genellikle sağlığı bozmazlar. Estetik olarak kişiyi bulunduğu yere ve büyüklüğüne göre rahatsız edebilir. Kazanılmış melanositik nevuslerin çoğunluğunda tedavi yapılmasına gerek yoktur. Melanositik bir nevus tedavi edilecekse tercih edilen yöntem eksizyondur (cerrahi olarak çıkarılması). Birçok tahripsel yöntem bulunur ancak bu yöntemler genellikle önerilmemekte ve mutlaka patolojik değerlendirme yapılmalıdır. Nevuslerin tam çıkarılması en iyi eksizyonla sağlanır. Kısmen çıkarılmış bir nevusün yeniden büyüme (psödomelanom) gibi sonuçları olabilir. -
Psoriazis (Sedef Hastalığı)
Sedef hastalığı toplumda sık görülen, alevlenmelerle birlikte uzun süre devam eden kronik bir hastalıktır. Deri lezyonlarının çok tipik olması nedeniyle dermatologlar tarafından tanı koymak oldukça kolaydır. Sedef hastalığı kesinlikle bulaşıcı değildir ve immün sistemin (bağışıklık sistemi) bir hastalığıdır. Genellikle keskin sınırlı, üzerinde hastalığa ismini veren sedef (gümüş) renginde kepeklenmeler (pullanmalar) olan kızarıklıklar ile seyreder. Lezyonlar çoğunlukla diz, dirsek, saçlı deri ve tırnak gibi bölgelerde görülür. Sedef hastalığı tüm dünyada yaygındır; genetik ve çevresel faktörler sıklığını etkiler. Hastalığa yatkınlık ebeveynlerden çocuğa aktarılabilir, ancak çocukta hastalık görülmeyebilir. Genellikle 20-30 yaş ve 50-60 yaşlarında olmak üzere iki başlangıç yaşı mevcuttur. Sedef Hastalığının Nedenleri Sedef hastalığının sebepleri halen tam olarak bilinememektedir. Sedef hastalığında travma, enfeksiyon, ilaç gibi durumlardan sonra deri hücrelerinden salınan antijenler sonucu vücudun hücresel bağışıklık sistemi uyarılır. Aktive olan hücreler tekrar deriye döner ve deride hücre çoğalması ve buna bağlı sedef hastalığına özgü plakların oluşumuna neden olur. Normalde deri hücrelerinin döngü süresi 28 gün kadarken, sedef hastalığında bu süre 3-4 güne kadar inebilir. Hücreler tam olarak olgunlaşamadığından; doğal şekilde, biz fark etmeden olan deri dökülmeleri gerçekleşemez ve üst üste birikip sedefe özgü plakları oluşturur. Sedef Hastalığını Neler Tetikler? Stres, travma, alkol, virüsler, bakteriyel enfeksiyonlar ve ilaçlar alevlenmelere neden olabilir. Sigara da hastalığı şiddetlendirebilir. Sedef Hastalığının Belirtileri Sedef hastalığının en tipik belirtileri, özellikle diz-dirsek gibi darbe gören yerlerde olmak üzere tüm vücutta yerleşebilen, keskin sınırlı, canlı kırmızı renkli zemin üzerinde hastalığa adını veren sedef rengi kabukların bulunduğu lezyonlardır. Bu lezyonlar ayrıca saçlı deri, tırnaklar, genital bölgede de ortaya çıkabilmektedir. Sedef Hastalığının Tanısı Fiziksel muayene ve tıbbi öykü ile konulur. Hastanın tıbbi geçmişi incelenip; vücut ve saçlı deri, tırnakları inceleyerek sedef hastalığını teşhis edebilir. Deri biyopsisi: Doktor sedef tanısı koyarken nadiren de olsa küçük bir cilt örneği (biyopsi) almaya ihtiyaç duyabilir. Alınan numune, sedefin tipini belirlemek ve diğer hastalık şüphelerini ortadan kaldırmak patologlar tarafından incelenir. Sedef Hastalığı Tedavisi Tedavi kronik olacağı için hastanın bu tedaviye uyumu çok önemlidir. Sedef hastalığı, uygun tedavilerle kontrol altına alınabilmektedir. Kepeklenmelerde azalmalar ya da tamamen kaybolmalar görülse de her zaman için geri gelme ihtimalinin olduğunu unutmamak gerekir. Hastalığın şiddetine ve yaşam kalitesini bozup bozmamasına göre tedavi planlanır. Tedavide amaç lezyonları arttırıcı faktörlerden kaçınmak (tahriş etmemek ovalamamak vb.), var olan sedef lezyonlarını hafifletmek ve uzun süre iyilik halinin devamını sağlamaktır. Sedef hastalığının tedavisi temelde üçe ayrılır: 1. Topikal (yerel) tedaviler: Bu tedavi çeşidi krem, merhem ve losyon gibi ilaçların doğrudan deriye uygulanması ile gerçekleşir. Sedefin hafif olduğu olgularda bu en uygun tedavi şekli olacaktır. 2. Fototerapi: Ultraviyole ışığının (güneş ışığının tedavi edici özellik taşıyan dalga boyları) değişik formlarından (PUVA, Dar-Bant UVB) faydalanıldığı bir tedavidir. Sedef çok yaygın olduğunda, topikal tedavilerle düzelmediğinde ya da tedaviden hemen sonra tekrarladığında bu tedavi yöntemi kullanılır. 3. Sistemik Tedaviler: Ağızdan veya damardan alınan ilaçlarla uygulanan tedavi çeşididir. Geleneksel ajanlar (asitretin, metotreksat, siklosporin) ve biyolojik ajanlar olarak ikiye ayrılmaktadır. Tedavinin getirdiği yan etkiler sebebiyle, daha basit yollarla hastalık kontrol altına alınamadığında bu tedavilere başvurulmaktadır. Sedef Hastalarının Dikkat Etmesi Gerekenler Sedef hastalığına sahip kişilerin öncelikle psikolojik tetikleyicilerden kurtulmaları gerekir. Stres, üzüntü, kaygı gibi olumsuz duygulardan uzaklaşıp; kendilerini daha iyi hissettirecek şeylere yönelmeleri tedavi için olumlu bir gelişme olacaktır. Deriyi kaşımak, ovmak, kabukları koparmak yeni döküntülere yol açabileceğinden bunlardan olabildiğince uzak durulması gerekir. Güneşin ve denizin sedef hastalığını azaltıcı etkisi vardır. Kış aylarında derinin nem oranı azalır ve daha kuru hale gelmesine sebep olur. Kuru cilt sedef hastalarında daha fazla kaşıntıya sebep olacağı için nemlendirici krem ve losyonların kış aylarında daha özenli kullanılması gerekir. Alkol ve sigara kullanmamalı, kilolarına dikkat etmelidirler. Tansiyon, kolesterol ve şeker gibi değerlerin sık sık takip edilmesi ve kalp kontrollerinin aksatılmaması sağlanmalıdır. Sedef Hastalığı Bulaşıcı mıdır? Kesinlikle bulaşıcı değildir. -
Telogen Effluvium Saç Dökülmesi Nedir?
Saçların günde 100 telden fazla dökülmesiyle seyir eden geçici (non-skatrisyel) bir saç dökülme çeşididir. Telogen Effluvium Saç Dökülmesi Nasıl olur? Ortalama olarak bir insanın saçlı derisindeki kılların yaklaşık yüzde 85 ile yüzde 90’ı aktif olarak büyürken (anagen fazı) diğer kıl kökleri dinlenir (telogen fazı). Bir saç 2-6 yıl boyunca anagen fazında kalıp daha sonra telogen fazına girerek yaklaşık 2-4 ay dinlenir ve dökülür. Saç dökülmesi probleminde, dökülen saçların yerini yeni büyüyen saçlar alır. Ortalama bir insan doğal olarak günde yaklaşık 100 saç teli kaybeder. Telogen effluvium olan bir kişide, bazı vücut değişiklikleri veya şoklar daha fazla sayıda saç kılı telogen fazına iter. Tipik olarak bu durumda, kılların yaklaşık yüzde 30’u büyümeyi durdurur ve dökülmeden önce dinlenme aşamasına geçerler. Yani telogen effluvium varsa, 100 yerine günde ortalama 300 kıl kaybedilebilir. Bu süreç 6 aydan kısa ise bu durum akut telogen effluvium, eğer 6 aydan uzun ise kronik telogen effluvium olarak isimlendirilir. Telojen Effluvium Kimlerde Görülür? Akut telojen effluvium, her yaş grubundan ve her iki cinsiyetten insanı etkileyebilir. Belirgin bir tetikleyici nedeni olmayan kronik telojen effluvium ise; 30-60 yaş arası sağlıklı kadınlarda ortaya çıkma eğilimindedir. Telogen Effluvium Nedenleri Nelerdir? Ağır ameliyatlar Kullanmakta olduğumuz ilaçlar: antidepresanlar, hormonal haplar Majör fiziksel travma Büyük psikolojik stres (genelde geçirdiğimiz stresli süreçten 3-4 ay sonra başlar) Yüksek ateş, şiddetli enfeksiyon veya diğer hastalıklar Aşırı kilo kaybı Diyette aşırı değişiklik Gebelik; doğum sonrası 3-4. ayda başlayan fizyolojik dökülmeler Menopoz gibi hormonal değişikliklerin gelişmesiyle olan dökülme Vitamin ve mineral eksiklikleri (Demir, B12, D vitamini,folik asit, çinko ve biotin Hipotiroidizm veya hipertiroidizm (tiroid bezinin az vaya çok çalışması) Mevsimsel saç dökülmesi; özellikle bahar aylarında normalden fazla olan saç dökülmesidir. Telogen Effluvium Tedavisi Nedir? Öncelikle detaylı hasta sorgulaması akabinde saç muayenesi yapılmalıdır. Tetkiklerde eksik olan maddelerin yerine konulması gerekir. Altta yatan bir hastalık varsa mutlaka bunun tedavisi sağlanmalıdır. Nedene yönelik topikal uygulanan losyonlar tedavide kullanılabilir. Saçlı deriye enjeksiyon yöntemiyle uygulanan mezoterapi (çeşitli vitaminlerin içeren serumlar), PRP (trombositten zengin plazma) gibi saç dökülmesinde iyi sonuç veren başka bir tedavi şeklidir mevcuttur. -
Tırnak Batması Nedir?
Tırnak kenarlarının, tırnak çevresindeki dokuya gömülüp kızarıklık, ödem, ağrı bazen iltihaplı akıntının yol açması durumudur. Ayak başparmak tırnağında daha sık görülmektedir. Tırnak Batması Neden Olur? Yanlış tırnak kesimi: Özellikle ayak tırnaklarının düz kesilmesi yerine derin ve oval kesilmesi Travma: Futbol, basketbol, bale ve dövüş sporları gibi tekrarlayan ayak travmaları Kalın tırnak: Özellikle yaşlılarda tırnak mantarına bağlı kalınlaşmış tırnakların batması Uygunsuz ayakkabı seçimi: Dar ve sivri burun ayakkabılar Aşırı ayak terlemesi Yapısal olarak yumuşak ve ince tırnak yapısına sahip olmak Bazı ilaçların yan etkisi: Retinoidler, siklosporin ve indinavir gibi Genetik yatkınlık Tırnak Batması Belirtisi Nelerdir? Tırnak batması erken evrede tırnağın deriye battığı alanda kızarıklık, ağrı ve ödem ile başlar, eğer üzerine enfeksiyon eklenirse bu semptomların artmasının yanında irinli akıntı başlar. Tedavi edilmez ise granülasyon dokusu dediğimiz cildin aşırı büyümesiyle karakterize durum oluşur. Tırnak Batmasında Hangi Hekime Gidilmeli? Dermatoloji uzmanları, deri ve deri ekleri (saç, tırnak, ter bezleri), ağız içi gibi mukozal bölgeler ve cinsel yolla bulaşan hastalıkların tanı ve tedavisinde yetkili kişilerdir. Tırnak hastalıklarından biri olan tırnak batması; teşhis ve tedavisi dermatolog tarafından yapılmaktadır. Tedavi seçeneklerinde yer alan, ‘cerrahi tedavi yöntemi’ ülkemizde dermatologlar, genel cerrahlar ve ortopedistler tarafından uygulanmaktadır. Tırnak Batması Nasıl Önlenir? Tırnak batmasını birkaç basit yaşam tarzı değişikliği yaparak önlemek mümkündür. Bunun için öncelikle ayak tırnakları ve kenarları şekil verilmeden, düz kesilmelidir. Özellikle kenarların kırılmamasına dikkat edilmelidir. Ayak tırnaklarını çok kısa kesmekten kaçınmak önemlidir. Ucu dar ve sivri olmayan ayakkabı tercih edilmelidir. Ayak tırnakları kalıtsal nedenlerden dolayı anormal derecede kavisli veya kalın olan bireylerde tırnak batmasını önlemek için ameliyat gerekebilir. Tırnak Batması Tedavileri Nelerdir? Risk faktörlerini azaltmak: Tırnak batmasına neden olan risk faktörlerinin düzeltilmesi tedavilerin kalıcı sonuçlar vermesi ve tekrarın engellenmesi açısından son derece önemlidir. Ayak Banyoları: Hafif olgularda batık tırnağı tedavi etmek için birey ayaklarını günde üç ila dört kez yaklaşık 15 ila 20 dakika ılık sabunlu suda bekletmeyi deneyebilir. Ancak diğer zamanlarda parmaklar kuru tutulmalıdır. Ayak banyoları yapışmış doku artıklarının temizlenmesinde, bakteriyel kolonizasyonun engellenmesinde ve inflamasyonun azaltılmasında çok yardımcı işlemlerdir Konservatif Yöntemler: Tırnak yastıkçığı, tırnak bandı, tırnak tüpü, tırnak teli, İltihap varsa ağızdan antibiyotik tedaviler ile desteklenir, Cerrahi yöntem: Kısmi tırnak çıkarma yöntemi (lateral metrisektomi) Tırnak Teli Uygulaması Nedir? Cerrahi uygulama gerektirecek kadar ileri olmayan veya cerrahiye engel hastalıkları (periferik damar hastalığı, kontrolsüz diyabet hastalığı, lokal anesteziye bağlı alerjisi olanlar vs) olan kişilerde tercih edilen konservatif tedavi yöntemidir. Tırnak Teli Uygulaması Nasıl Uygulanır? Tırnağın batan kısımlarına uçları kancalı özel bir tel takılarak, tırnağı battığı dokudan ayrılmasını sağlayan ileri olmayan tırnak batmalarında tercih edilen yöntemdir. Bu yöntem ile tırnak yatakları rahatlatılır ve tırnağın dokuya batmadan uzaması sağlanır. Böylece hastaların kısa sürede rahatlamasını ve günlük yaşantılarına acısız bir şekilde dönmelerini sağlanır. Tırnak Teli Uygulaması Ağrılı mıdır? 15-20 dakikada uygulanabilen genellikle ağrısız ancak hastanın ağrı eşiği düşükse lokal anestezi altında da uygulanabilen bir yöntemdir. Kısmi Tırnak Çıkarma Yöntemi (Lateral Matrisektomi) Nedir? Diğer tedavi yöntemlerinin yetersiz kaldığı, ileri evre batması olan hastalarda tercih edilen ve tırnağın sadece batan kısmının çıkarılmasına dayanan tedavi yöntemidir. Kısmi Tırnak Çıkarma Yöntemi (Lateral Matrisektomi) Nasıl Uygulanır? Tırnak batması olan bölge uygun antiseptikle temizlendikten sonra ince uçlu enjektörle lokal anestezi uygulandıktan sonra tırnağı batan kısmı ince parça halinde kesip çıkarılır. Tırnak batmasının tekrarını önlemek amacıyla; çıkarılan kısmın tırnak köküne kimyasal matrisektomi dediğimiz asitle yakma işlemi gerçekleştirilir. Herhangi bir dikiş gerektirmeyen işlem en fazla 30 dakika sürmektedir. Kısmi Tırnak Çıkarma Yöntemi (Lateral Matrisektomi) Ağrılı mıdır? İşlem öncesi çok ince uçlu enjektörlerle lokal anestezi uygulanır. Dolayısıyla işlem konforlu ve ağrısız geçer. İşlemden sonra bazen hafif ağrı olabilmekte bunun için basit ağrı kesiciler yeterli olmaktadır. Kısmi Tırnak Çıkarma Yöntemi (Lateral Matrisektomi) Sonrası Bakım Nasıl olmalıdır? Bir gün boyunca bacağın altına yastık koyarak 45 derece yüksek tutulması, Yara bir ya da iki gün sonra açılarak pansuman günlük olarak yenilenmeli, 3.günden sonra akıntı başlayabilir 6 hafta kadar sürebilir. Hasta; akıntı geçene kadar her gün ayağını yıkamalı ve ince bir tabaka antibiyotikli pomad ile kapatmalıdır -
ÜRTİKER (KURDEŞEN) NEDİR?
Ürtiker, deriden kabarık, basmakla solan, kızarık, sınırları belirgin kaşıntılı döküntülerdir. Halk arasında kurdeşen adıyla bilinir. Yaşamı boyunca her dört kişiden biri en az bir kez ürtiker geçirmiştir. Döküntülerin en önemli özelliği kaşınması, kızarması ve genellikle 24 saat içerisinde kendiliğinden kaybolmasıdır. Bulaşıcı özellik göstermemektedir. Ürtiker, derideki allerji hücrelerinden (mast hücresi) salınan histaminin etkisiyle ortaya çıkar. Histamin, damarlarda genişlemeye, damar duvarında geçirgenliğin artışına ve dolayısıyla damar dışına sıvı çıkışına neden olur. Bunun sonucunda cildimizde şişlikler ve kızarıklıklar oluşur. Eğer sıvı çıkışı cildin daha derin (dermis) tabakasında olursa anjioödem olarak adlandırılır. Göz çevresi, ağız ve genital bölgelerimizde cilt altı dokusu daha gevşek olduğu için anjioödem daha çok buralarda belirgindir. Eğer ürtikerden kaynaklanan kızarıklıklar ile kabarıklıklar altı haftadan kısa sürerse akut ürtiker, altı haftadan daha uzun süre devam ederse ve aylar ya da yıllar boyunca sık sık tekrarlarsa, durum kronik ürtiker olarak kabul edilir. Akut Ürtiker Nedir? 6 haftadan kısa süren ürtikeri tanımlamak için kullanılır. Toplumun yaklaşık dörtte biri hayatının bir döneminde akut ürtiker atağı geçirmektedir. Akut ürtiker besinler ve ilaçlar ile tetiklenebilir yada enfeksiyonlar sırasında ortaya çıkabilir. Genellikle 2-3 hafta içerisinde kendiliğinden geçer. Akut ürtikerlerin yaklaşık yüzde 20-30’unda kronik ürtiker veya tekrarlayan ürtiker gelişmektedir.En sık nedeni erişkinlerde ilaçlar iken, çocuklarda ise başlıca üst solunum yolu enfeksiyonları olmak üzere diğer enfeksiyonlar da rol oynayabilmektedir. Teorik olarak tüm ilaçların ürtikere neden olma riski olmakla beraber sıklıkla antibiyotikler, ağrı kesiciler, radyokontrast maddeler, ACE inhibitörleri, anjiyotensin II reseptör antagonistleri ve östrojen ürtikere neden olmaktadır.Gıdalar ve gıda katkı maddeleri akut ürtikerin etiyolojisinde sık karşılaşılan nedenlerdir. Gıdalar ile oluşan akut ürtiker çocuklarda sık olup, yaş ile beraber görülme sıklığı azalmaktadır. Süt, yumurta, buğday, kuruyemiş ve deniz ürünlerinin akut ürtikere en sık neden olan gıdalardandır. Gıda katkı maddeleri ise psödoalerjik reaksiyona yol açarak ürtikeri tetiklemektedir.Bitki, meyve, sebze, latex gibi kontakt alerjenler, böcek ısırığı ve aşılar da akut ürtiker nedenleri arasındadır. Kronik Ürtiker Nedir? 6 haftadan uzun süren ürtiker kronik ürtiker olarak tanımlanır. Kronik ürtiker hastalarının ancak yüzde 25’inde şikayetler dış etkenlere bağlı olarak gelişmektedir. Soğuk, sıcak, su, güneş ışıkları, basınca maruz kalınması ya da egzersiz gibi durumlar ürtikerin ortaya çıkmasına neden olabilir. Bunun dışındaki çoğu vakada neden tam olarak saptanamaz. Bu hastaların bir kısmında oto antikorlar (IgE reseptörüne karşı) saptanabilir. Kronik spontan ürtiker nedenleri arasında kronik sinüzit, Helikobakter pylori pozitifliği, bağırsak parazitleri ve diş çürükleri de bulunmaktadır. Ürtiker Semptom ve Bulguları Ürtiker (kurdeşen), ciltte kızarıklık, kabarıklık ve kaşıntı atakları ile karakterize olan bir hastalıktır. Bu döküntüler basmakla solar ve her döküntü 24 saatten daha kısa sürüp yenisi ortaya çıkabilir. Semptomlar hastaları geceleri daha çok rahatsız eder. Kişinin yaşam kalitesini (okul, iş, sosyal yaşam) olumsuz etkiler. Ürtiker ile beraber bazı hastalarda ateş, eklem ağrıları gibi bulgular da görülebilir. Eğer birkaç gün boyunca ortaya çıkmaya devam eden kabarıklıklar ve kızarıklar görüldüyse mutlaka bir cilt uzmanına yani dermatoloğa başvurulması gereklidir. Ürtiker Tanısı Nasıl Konulur Genellikle bir dermatolog tarafından gerçekleştirilen sorgulama ve fizik muayene sonrasında tanı konulur. Uzman doktor, hastanın belirti ve semptomların neden kaynaklandığını anlamak üzere bir dizi soru soracaktır. Hastaların bazıları şikayeti olmadığı dönemde geldikleri için ürtikerin hasta tarafından iyi tanımlanması gerekir. Hastalara karışıklığa neden olmamak için döküntülerinin fotoğrafını çekmelerini tavsiye edebiliriz. Tanıya yönelik olarak yapılacak testler ne yazık ki bize pek yardımcı olmamaktadır. Fizik muayene ile tıbbi geçmişin incelenmesi sonucunda eğer doktor ürtikerin altta yatan ayrı bir tıbbi sorundan kaynaklandığı sonucuna varırsa bir dizi kan testi ve cilt testi uygulanması isteyebilir. Tedavisi Ürtikerin nedeni belirlenebilirse nedenden uzak durmak tedavinin esasını oluşturmaktadır. Antihistaminik grubu ilaçlar ürtikeri ve anjioödemi kontrol etmede başarılıdır. Antihistaminik ilaçlar histaminin etkisini bloke ederek kaşıntıyı ve ürtikerin tekrarlamasını önler. Eğer standart tedaviye rağmen şikayetleriniz kontrol edilemiyorsa doktorunuz ilaçlarınızda düzenleme yapacaktır. Alternatif ilaçlara geçebilir ya da doz artırımı yapabilir. 2-4 hafta süresinde dört kat antihistamin kullanılmasına rağmen şikayetleri gerilemeyen hastalarda omalizumab (Anti-IgE) enjeksiyonunun ayda 1 kez 300 mg subkutan olmak üzere 6 ay kullanılması önerilmektedir. Hastaların yaklaşık yüzde 80’inde omalizumab tedavisi ile etki gözlenirken bir bölümünde ise omalizumab tedavisi de etkisiz kalmaktadır. Atak dönemlerinde kortikosteroid ve siklosporin tedavileri de geçici bir süre için kullanılabilmektedir. -
Vitiligo Nedir?
Vitiligo, halk arasında ala ya da alaca hastalığı olarak adlandırılmaktadır. Kesin sebebi bilinmemekle birlikte otoimmun hastalıklardan biri olup; deride pigment kaybına bağlı olarak açık renkli alanların oluştuğu bir tür deri hastalığıdır. Etkilenen ve etkilenmeyen ciltler arasındaki renk farklılığından dolayı bu bozukluk koyu tenli kişilerde daha belirgindir. Vitiligo hastayı estetik ve psikolojik açıdan olumsuz etkilenmesine yol açmaktadır. Normal şartlar altında, insan vücudunda saç ve cildin rengi; melanin pigmenti tarafından belirlenir. Vitiligo hastalığında bağışıklık hücreleri melanin üretiminde sorumlu melanosit hücrelerine saldırmaktadır. Bu saldırı sonucu yok olan melanositler melanin üretemediği için o bölge normal deri renginden açık kalmaktadır. Sadece kıl ve cilt rengini etkileyen bu hastalık herhangi iç organ hasarına neden olmamakla birlikte bulaşıcı da değildir. Vitiligo tedavisi sürecinde etkilenen cilt tekrar renk kazanabilir. Ancak bireyin düzenli olarak tedavi şartlarına uyması gereklidir. Vitiligo Sıkılığı Nasıldır? Vitiligo, dünya çapında hem yetişkinlerde hem de çocuklarda popülasyonun %0.5-2'si görülen en yaygın depigmente edici cilt bozukluğudur. Genellikle 10 ila 30 yaş arasında ortaya çıkabilmektedir. Kadınlar, erkeklere göre daha büyük kozmetik kaygı nedeniyle daha sık danışma talep etseler de, erkekler ve kadınlar eşit şekilde etkilenir. Vitiligo Tipleri Nelerdir? Segmental(parçalı) ve nonsegmental vitiligo(parçalı olmayan) olarak ikiye ayrılır. Segmental vitiligo; non-segmental vitiligo’dan daha erken yaşta başlar (genellikle 10 yaş altı) ve daha nadir görülür. Lezyonlar vücudun bir bölümüne, bir sinirin uyardığı alan (dermatom) boyunca, lokalize olur ve çoğunlukla yayılma eğilimi göstermez. Non-segmental Vitiligo ise hastalığın daha sık görülen tipidir. Vücudun farklı bölgelerine genelde simetrik olarak yayılma eğilimindedir. Bu tipin de kendi içerisinde birçok alt tipi olmakla beraber en sık görülen tipleri lokalize tip, generalize tip ve universal tiptir. Lokalize tipte ortaya çıkan bir veya birkaç lezyon vardır ve başka yerde lezyon oluşmaz. Generalize tipte lezyonlar temel olarak eller, ayaklar, genital bölge ve yüzde başlar ve sonrasında tüm vücuda yayılabilir. Bu şekilde başlayan vitiligo en sık görülen tiptir ve universal tipe ilerleyebilir. Universal tipte ise lezyonlar tüm vücut yüzey alanının % 80’i veya daha fazlasını tutmuştur. Vitiligo Neden Olur? Vitiligonun neden olduğu tam olarak bilinmemektedir. Oluşum nedenleri yönünden multifaktoriyel yani çok sebepli hastalıklardan biridir. Vitiligo; cilde, saçlara ve gözlere renk veren pigment üreten hücreler olan melanositler tarafından üretilen melanin üretimini durduğunda veya bu hücreler öldüğünde ortaya çıkar. Bu hücrelerin melanin üretimini neden durdurduğu ya da neden öldükleri kesin olarak bilinmemektedir. Herediter yani genetik geçişli bu hastalığın nedenleri arasında immünolojik ve çevresel faktörlerde bulunmaktadır. Stres bu hastalığın en büyük tetikleyicilerinden biridir. Çevresel faktörlerin içinde ise oksidatif stres yaratan maddelerin olduğu düşünülmektedir. Gen mutasyonlarıda nedenler arasında yer almaktadır. Otoimmun sistem ile alakalı tip-1 diyabet, haşimato tiroidi, pernisiyöz anemi, romatoid artrit, sistemik lupus eritematozis, Addison hastalığı, sedef hastalığı gibi diğer hastalıklarla birliktelik gösterebilir. Vitiligo Belirtileri Nelerdir? Vitiligo deri, mukozalarda (dudak ve genital bölge) beyaz renkli lekeler ve bu lekelerin üzerindeki kıllarda ( saç, kaş, kirpik,bıyık, sakal,vücut kılları) beyazlama şeklinde görülebilmektedir. Vücudun her yerinde ortaya çıkabilmesine karşın güneş ile daha fazla temas halinde olan eller, kollar, yüz, boyun, bacaklar gibi bölgelerde görülme olasılığı daha yüksektir. Vitiligo Nasıl Teşhis Edilir? Vitiligo hastalığının teşhisi için bir dermatolog (cilt hastalıkları uzmanı) ile görüşmek gerekir. Muayenede görülen beyaz lekeler, wood ışığı denilen özel bir aygıtla tekrar incelenir ve ciltteki pigment yoğunlukları analiz edilir. Fakat hekim tarafından gereklilik görüldüğü bazı durumlarda deri biyopsisi ile patolojik inceleme gibi farklı tanı testlerinden de faydalanılır. Hastalığın diğer otoimmun rahatsızlıklarla bağlantılı olup olmadığının anlaşılabilmesi için teşhis sürecinde kan tahlilleri yapılması da gerekebilir. Vitiligo Tedavisi Vitiligo hastalığının tedavisine yönelik yapılan tüm tıbbi işlem ve tedavilerde temel amaç, cilt renginin eski haline getirilmesidir. Vitiligo hastalığı teşhis edildikten sonra, kişiye özel bir tedavi programı planlanır. Güneşten korunma: Vitiligo hastalığında deriye renk veren hücrelerin yokluğunun kozmetik görünümünün ötesinde; o bölgede güneş hasarına karşı doğal savunma yeteneği kaybolmuştur. Bu alanlarda kolaylıkla güneş yanığı gelişebilir. Bu nedenle 30-50 spf li güneş koruyucu kullanımı önerilir. Medikal Tedaviler: 1.Basamak Tedavileri: Kortikosteroid veya kalsinörin inhibitörleri dediğimiz topikal immunsüpresif krem tarzı ilaçların yanında, hastalığın aktivasyon döneminde geçici süreyle sistemik steroid tedavileri başlanabilir. 2.Basamak Tedavi : Fototerapi: Deriye rengini veren melanosit hücrelerinin üretilmesini desteklemek için fototerapi (ışık tedavisi) veya excimer lazer uygulanabilir. 3.Basamak Tedavi: Cerrahi yöntem: Nadir kullanılmakla birlikte gerekli vakalarda pigmentli bölgelerden alınan deri greftlerinin pigmentsiz alanlara ekilmesi esasına dayanan tedavi yöntemidir. 4.Basamak Tedavi: Lekelerin çok büyük olduğu ve bütün vücuda yayıldığı hastalarda (vücudun en az % 50 ve üstü vitiligolu olan) depigmentasyon yöntemiyle vücut rengi eşitlenmektedir. Bu yöntemle tüm vücut beyazlatılarak ten rengi eşitlenmektedir. Kamuflaj Yöntemi: Tıbbi tedavilere yanıtsız vakalarda, makyaj ve bazı boyalarla vitiligo alanlarının kamufulaji önerilebilir. Psikolojik Terapi: Vitiligo hastalığı dış görünümü istenmeyen şekilde değiştirmesi nedeniyle hastalarda mutsuzluk, özgüven azalması, depresyon ve stres gibi psikolojik sorunlara sıklıkla yol açabilir. Bu nedenle vitiligo hastaları psikolojik anlamda da değerlendirilmeli, böyle bir sorunun tespit edilmesi durumunda hastalığa yönelik tedaviye ek olarak psikolojik destek de sağlanmalıdır. Vitiligo Bulaşıcı mı? Genetik yatkınlık gösterebilmektedir ancak kesinlikle bulaşı değildir.